Azizim "bir kere acıya gark olmaya gör, ister de ister" demişti...
Sanırım bu minval üzerine sensizlik en katran karası gecelerde yaşanıyor.
Sana anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki... Ah konuşmak hasbihal etmek bir mümkün olsa neler anlatabileceğimi ben bile kelimelerle tasvir edemiyorum.
Şuan Adana'da Türkan Ocak başındayım. Tek başıma, saat altıda geldim buraya, mekanın sahibi Türkan Hanım kapıda karşıladı, henüz sokaklardan Adana'nın kavurucu sıcağı gitmemişken ocak başına dalıyorsan, mekan sahibi gün görmüş geçirmiş biriyse hemen garsonlardan birine avluyu hortumla ıslatıp biraz daha serin olmasını sağlayın diye göz işaretleriyle telakki eder.
Bu mekanda eskiden bir kaç kez bağlama çalmıştım. O zamanlar Türkan hanım 5 milyon, 10 milyon sıkıştırırdı cebime , hatta bir akşam onun en sevdiği türkü olduğunu bilmeden leylim leyi çalmıştım da bana "ne zaman harçlığın biterse gel" demişti.
Avluya bir tahta masa atıldı. İki sandalye "gelecek misafirin var mı" dedi Türkan hanım "yok" dedim...
Karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu "ne içersin" dedi cevap vermedim, bir kaç saniye izledi beni sonra gençlerden birini çağırıp bir 70'lik açın dedi.
Yavaş yavaş insanlar gelmeye başladı bir süre sonra gelenler benim masaya selam vermeden geçmiyorlardı. Önce garipsedim sonra anımsadım bu mekanda Türkan Hanım bir masaya sakilik ediyorsa o masadaki kişi mühim oğlu mühimdir.
Ben üçüncü dubleyi içmiştim ki Türkan hanım gelip, "oğlum, sen burada bağlama çalıp, rakı masalarını eğlendirdiğin zamanlarda bile molalarını yatsı namazına denk getiren adamdın, noldu" dedi...
"İyimisin" dedi...
İyiyim sadece İkbal'im yok dedim.
Ooo mevzu derin yani diyerek kinayeli bir kahkaha fırlattı anason kokan ocak başına...
Anlat dinlerim dediğinde otur dedim usulca... Ben anlatayım sen dinle ... Çıt çıkarma sakın, İkbal fazla lakırdıyı gürültüyü sevmez, aynı anlamı taşıyan kelimeleri ikiden fazla kullansan " e hadi uzatma" der dedim...
Başladım anlatmaya...
Bak saat tam 08:19 da aradı. Şuan saat 21:33 hala aramadı...
Ben onun sesini duyabilmek için can hıraş vakit kollarken belki umurunda bile değilimdir.
İkbal kim diye sıkıştırdı araya...
Dedim ki;
İkbal çağlar ötesinden bembeyaz bir ata binip beni uygarlıklara, medeniyetlere götürmek için yemin etmiş bir katundur.
İkbal, menfaatsiz,çıkarsız beni sevmeye çalışan sevdikçe de sevmeye devam eden bir kadın-ı beşer
İkbal karanlık ve yalnız gecelerime doğan en parlak dolunay ki o semada yerini aldığı vakit yıldızlar parıldamaktan utanıp kaybolurlar...
İkbal göğüs kafesimi yırtmak için çırpınan kalbimin ritminde ahenk bulan kadındır.
Sonra bir ara çok günah işledim be Türkan abla diyebildiğim sırada rakımı tazeledi...
Galiba İkbal'sizliğin serumu anason kokusuymuş...
Çünkü bunu içince unutmuyor aksine güzel anlarımızı hatırlayıp o anımsamakla birlikte rüyalara dalıyorum... Kafası güzel bu adam ile ayık kafa adam arasında tercih yap deseler bir dakika düşünmez tereddütsüz kafası güzel adamı seçerim...
Ee bu kadar mı İkbal dedi...
Bu kadar olur mu be diyerek diyerek devam ettim...
Kafanda canlandır Türkan Abla... Ötüken ormanlarında, boz bulanık bir gece, uzaklardan dört nala bir atın ayak sesleri geceyi deliyor... O kısrak öyle sert vuruyor ki nallarını toprak zemine arkasında belli belirsiz uzaklaşan Çin Seddi sarsılıyor adeta...
Ormanın karanlık ve gece gölgeli manzarasında kayboluyor geriye yalnızca kısrağın ayak sesleri kalıyor...
Kısrak bir yerde duruyor, durunca fark ediyoruz ki üzerinde bir kadın bir erkek var.
Adamın adı mühim değil kadının adı İkbal...
El ele tutuşup iniyorlar kısraktan. Ağır ve emin adımlarla atın durduğu yere doğru yürüyorlar. Kocaman bir çukur, çukur ki dibini görmeye insan gözü yetmez... Bildiğin ufuk çizgisinin kara mambası...
Adam kadını alnından öpüp, sensiz kalacağıma bu çukurun derinliklerinde kalmam yeğdir diyerek sevdiğinin elini bir çırpıda bırakırken boynundan bir tutam İkbal kokusu alarak ölüm çukurunun karanlığında kayboluyor.
Geride kalan İkbal, sensiz bu toprak üstünde kalacağıma seninle yerin 77 kat altında kalmaya razıyım diyerek peşinden atlar ölüm çukuruna...
Sonra zaman gelir aşıklar ozanlar türküler şiirler yazarlar bu sevdaya....
Bir yiğit sevdalandı da.
Kavuşamadan gitti.
Bir güzel kız allandı da.
Savuşamadan gitti..
Er dediğine ar geldi de.
Yar dediğine dar geldi.
Ayrılık ciğer deldi de.
Sönmez yürek kar geldi...
Alpertunga destanı gibi kazıldı kayalara asırlanmış Türk çağına damga vurdu bu aşk...
Günümüze gelelim.
Niye içiyorsun der gibi bakıyor ve bu içmelerime bir anlam veremiyorsun. Biliyorum ki içki bütün kötülüklerin anası..
Biliyorum ki sarhoşluk verenin çoğu haramsa azı da haram...
Biliyorum ki sarhoşluk verenin çoğu haramsa azı da haram...
Sadece bir gece be bir gece suya sabuna dokunmadan, beynime kramplar girmeden tatlı tatlı hülyalara dalıp uyumak istedim.
Kaç günlerce dizginledim kendi kendimi.
Kaç gece frenledim. Bırak be Türkan abla bu gece bu can rahat bir uyku uyusun...
Türkan abla son kadehimi doldurmak isterken elimi tuttu, hadi doğru eve bizim Remzi seni eve bıraksın git yat dinlen...
Bir daha da buraya rakı içmeye geleceksen gelme... Sıçtın ağzıma... derken içine düştüğüm acı onu da çepeçevre sarmıştı.
Oğlum... Bu rakı sevmeyi bilmeyenlerin içkisi içip de sevmeyi öğrensinler diye...
Bu rakı sahiplenmeyi bilmeyenlerin içkisi içip de sahiplensinler diye...
Oğlum bu rakı karaktersizlerin içkisi içip de karakterlensinler diye... Dedi ve ekledi...
Sen bu karaktere sahipken bırak sevdiğin ağlasın sen var git uyu dedi...
Elimi cebime attığım da tuttu elimi " sen zaman burada hesap ödedin de bugün ödeyeceksin" diyerek azarladı.
Eğdim başımı tamam abla diyerek, tam çıkıyordum ki, Evanto hanım girdi içeri...
Evanto hanım aslen ingiliz asilzade bir hanımefendidir. Yaklaşık 70 yaşlarındadır.
Bir Türk'e sevdalanıp ta ingilterelerden çıkıp gelmiş ama sevdiği adamı hiç bulamamış. Buralarda biçki dikiş ile geçimini sağlamış yinede karamsarlığa düşmeden onun şehri burası diyerek Adana'yı sahiplenmişti.
Hayyırole Vuralim sallanıyorsun dediğinde Türkan hanım bir çimdik attı kaburgasının üstüne...
İyi akşemler oğlim diyerek el salladı bana. Bana da tebessüm etmek kaldı.
Sonra düştüm yollara parayı rakı masasına gömmediysek taksiyle rahat rahat eve gidebilirdim. Tam bu düşüncedeyken, bildiğin halk otobüsü denk geldi. Atladım 2 lira verip evin önünde indim.
Bir on dakika kadar oturdum bankta...
Şimdi eve çıkmam lazım eve çıkınca yazmaya devam ederim...
Şuan oturdum yatağıma yazmaya devam ediyorum.
Uyumak istiyorum... Arasana be arasana yarim. O ipekten kopup gelen sesini duyayım... Söz verdim sana seni zor durumda bırakmayacağım diye bende arayamıyorum bari sen ara be....
...…....................
............
.........
.......
.....
....
Ve o an dua kapısı açıkmış ki sen aradın.
Sana yalan söyleyebilirdim zaten hepi topu konuşacağımız bir dakika 17 saniyeydi. İçimden geldiği gibi biraz kafam güzel dedim...
Sen ne dedin... "Bir daha içki içersen arama beni"
Kaç kere içki içtiğimi gördün de bu cümleyi kurdun...
Kaç kez sarhoş olduğumu gördün de bu sözleri sarf ettin...
Demek ki o an o dua kapısının açık olduğu anda eksik dua etmişim... Ara be yarim arada iki güzel kelam et demeliymişim.
İki güzel kelam et demediğim için aradın ama gönül koyarak yüzüme kapattın telefonu...
Ne olurdu sanki azıcık nazlandırsaydın beni... Ne olurdu sanki "bak bebeğim bu son olsun bir daha içmek yok" deseydin de ben senin bebeğim demen hatırına sabah namazına uyansaydım da vakit namazının ardından şükür namazları eda etseydim...
İçimin nasıl paramparça olduğunu bilsen İkbal olmaktan utanırdın...
Bir gün mutlaka aşkım...
-iphone'mdan gönderildi-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder